Sertab Erener’le 25. Yıl

“Ateşi sönmeyen bir şömine gibiyim…
Ama bir kere bitti dedim”

25 yıl… 90’ların başından beri bu yolculuğun içindesin. Yeni projelere geleceğiz, 2017’ye geleceğiz ama izninle biraz yolculuk yapalım önce. Sertab Erener adını 90’ların başlarında duyduk. İlk albümünden beri hep belirli bir düzeyde durdun. Oradan hiç inmedin ve bunu da hep yükseltmek istedin. Bu çok gergin bir şey değil mi?

Evet, çok gergin… Bence aslında kariyer kelimesinin karşılığı da bu. Bir oyuncuyu düşün; kariyeri boyunca çok popüler olduğu bir rol oynuyor bir filmde, sonra hep o karakteri aşabilmek için başka filmler arıyor. Bence herkesin böyle aşırı yükselebildiği albümleri de, şarkıları da var. Şimdi o yaptığın işlerin daha iyisini, daha klasikleşebileceğini, tabii kendi vizyonunla alakalı olarak, bulman gerekir. Ben hep pop müziğin içinde anılarak bir yere geldim ama şu an gördüğümüz, duyduğumuz popun içinde olmaktan da rahatsız oluyorum. O yüzden de şu an daha çok klasikleşmeyle ilgili çalışıyorum. Yani ben hangi şarkıları söylersem, hâlâ aynı ölçüde ve etkide insanların kalbinde yer edebilirim. Çünkü popun bazı şarkıları fast food gibi, yiyorsun ve bitiyor, tadı kalmıyor. Ben tadı kalıcı olanı arıyorum.

Bir insanın hep en üstte olmak gibi bir zorunluluğu yok. Bir albüm yaparsın, bir kitap yazarsın, bir sinema filmi çekersin ve o bir öncekinin biraz altında kalabilir. ‘O öyleydi ama bu sefer bitti…’ diye bir şey yok. Bence önemli olan süreklilik…

Kesinlikle öyle. En doğru cümle bu; önemli olan süreklilik.

90’ların sonlarından itibaren zorladın. Zorlamayı şöyle açıklayayım. Eurovision’da oryantal tınıları denedin. Herkesin popun içinde oryantal yaptığı bir dönem sen dansı denedin. Herkesin tekno altyapılar yaptığında sen akustik enstrümanlar denedin. Çoğu zaman da o tersine denemeler ve kararlılıklar cevabını iyi aldı. Peki, senin cephenden; şu projeyi daha iyi yapabilirdim ya da şu albüm, şu şarkı, şu konser kötü gitti dediğin var mı?

Elbette var. 25 yılda olmaması mümkün değil. Bir tanesi Eurovision sonrası yaptığım İngilizce albümdür. Şu anki aklım olsa o albümü asla yapmazdım. Hazır değilmişim ben. Zamanlamadan öte içerik hatası vardı. Ben bir yere kadar çalışmışım ve olmuşum, ondan sonraki adımımı atacak kadar yeterli değilmişim. Ve o albüm de bunun ürünü oldu. Şimdiye bıraksan beni, ondan bambaşka bir albüm yapardım. Şimdi denediğimiz, içinde solist olduğum bir müzik grubu var, burada denediğim şeyi o zamanlar yapabilirdim, ama kaç yıl geçti.

Bunu Sertab Erener’in de başarısız projesi var demek için sormadım. Böyle şeylerin artık yüksek sesle söylenmesi lazım, sanatçının da kibir dünyasından çıkıp bunda da iyi bir şey yapamadık dediği çalışmalar olabilir. Orada benim için önemli olan şey şu: kötü gitti, satmadı, ilgi görmedi, kötü eleştiri aldı ya da hepsi bir yana, sen kötü hissettin. Ertesi gün, yani ondan sonra o yükseğe koyulan çıtayı düşürmemek için ne yapmak gerekir?

O düştüğün yerden tekrar ayağa kalkıp düştüğün noktada neyi yanlış yaptığınla ilgili doğru tanımlar koymak gerekir. Bencil yaklaşmadan, kendine dürüst olmak gerekir. Yalnız kaldığında oturup ben şu hataları yaptım diye düşünüp bir daha bunları yapmayacağım diyebilmek gerekir.

25 yıldır nesiller seninle iyileşti, dertleşti, senin yaptıklarınla çok farklı duyguları yaşadı. Kimi zaman dibe indik kimi zaman yukarı çıktık, seninle beraber 25 yıldır yürüdük, bir 25 yıl daha yürürüz. 2017’de birçok projen var. Artık sinyalleri de gelmeye başladı. 2017’de genel olarak neler olacak?

2017’de Sertab’ın Oda Müziği konserleri başlıyor. Bu geçen yıl yaptığım bir açık hava konserinden çıktı. Orada yaptığım bir bölüm vardı. İki müziği, iki farklı hissi çarpıştırıyordum. Biri 4-5 kişilik bir pop-rock orkestrayla klasiğin çarpışmasıydı. Diğer tarafta, pop benim kariyerim zaten. Ama ikisinin bir araya gelip önce pop başlanması araya klasik girmesi ve sonra davulların katılması güzel bir kurgu olmuştu. Sonra bunları tek tek parçalara ayırınca da hepsi başka bir konseptte, başka bir konser yapısı oluşturuyor. Sonra biz bunu İşSanat’ta yaptık ve herkes çok beğendi. Herkes çok beğenince biz de bunu başka şehirlere taşıma kararı aldık.

Çağrı Sertel yaptı düzenlemeleri. 3 keman, 1 viyola, 1 viyolonsel, 1 kontrbas yani tümüyle bir oda müziği yaylı grubundan oluşuyor. Bir de piyanoyu ekliyorsunuz. Bu müthiş ve çılgın bir konser fikri…

22 şarkı var repertuarda. Hepsi yalnızca bu enstrümanlarla çalınıyor. Provada sesimde, gırtlağımda daha öce yapmadığım yeni şeyler arıyorum. Şarkıcılığımla ilgili de yeni şeyler arıyorum çünkü alan kalıyor bana. O boşluklarda çok mutlu oluyorum. Burada vibrato yapmayayım, düz bağlayıp sonra vibrato yapayım, yeni nefesler ekleyeyim, kelimeleri de farklı böleyim şeklinde değişiklikler yeni bir şarkıcı yaratıyor ve bundan büyük keyif alıyorum.

Bütün emek verenlere, fikir sahiplerine müzik seven insanlar olarak teşekkür etmeliyiz. Bu, çok güzel bir iş.

Hiç kolay bir şey değil. Çağrı’ya da söyledim, bunları farklılaştır ama insanlara da tanınmayacak hale getirme, klasiği içine yerleştir dedim bu çok sesliliği yaylılar ve akustikten alalım. Çok güzel introları var, outroları var. Araya o kadar güzel bölümler yazdı ki çok keyifli oldu. Ben bunları konserlerde kaydedeceğim kuşkusuz, sonra stüdyoya girip de kaydedeceğim ve hepsinden bir CD çıkaracağım.

22 tane şarkı var dedin. Hangi şarkılar var sayabileceğin?

Aşk, Lal, Rüya, Vur Yüreğim gibi bütün o yavaş ve klasik olanlar var. Çok güzel olacak ve tam tersi poplar da var. “Rengârenk” ve son albümden “Kime Diyorum” da var. Onlar da o kadar güzel oldu ki. Ritim enstrümanı yok, hiçbir perküsyon yok. O kendi enteresan boşluğuyla, yalnızca yaylı ve piyano klasiğinin ruhunu bozan herhangi bir şey hiç olmuyor.

Görsel olarak da bir meydan okuma. Sahnede sisler, patlamalar, ışıklar vb. olmayacak. Bütün müzisyenlerin sabit olduğu, oturduğu bir sahne var.

Zaten oda müziği olduğu için sahne de oda konseptinde. Koltuğuyla, örtüsüyle, lambasıyla bir odayı resmediyoruz ve o odanın içinde söylüyoruz.

Görsel kayıtları olacak demiştin. DVD kaydı yapmayı düşünüyor musunuz? En azından kişisel arşiv yapmak için?

Youtube’a koyacağız. Artık bütün dünya görsel iletişimle yaşıyoruz, müziği bile artık görmek istiyoruz. Sertab’ın Oda Müziği‘ni kesinlikle hem video hem audio yapacağım 2017’nin içerisinde. “Best of…” da düşünüyorum. Belki Best of’un bazı şarkılarını bu projeden alabilirim. Çünkü 35 şarkı seçtim ve 35 şarkının hepsini farklı yorumlamak istiyorum. Örneğin, birini sadece çello ile söylemek istiyorum, birini büyük bir senfoni orkestrasıyla birlikte, birini de tam tersi bir dj ile söyleyeyim istiyorum. Yani çok farklılaşan ve düetlerin de olduğu, bugüne kadar bana emek vermiş ve benimle birlikte kariyerimde benimle yürümüş şarkıcılarla da buluşmak istiyorum. Göksel var mesela, bir dönem benim vokalistim oldu. Levent var… Bu isimlerle de benim için değerli olan şarkıları düet yapacağım.

Bir yandan Sertab’ın Oda Müziği’nin video ve audio sürecini yürütürken bir yandan da “Best of” sürecini yürütüyorsun. Ve “Best of” süreci düetlerden oluşacak.

Evet ve bu düetlerde dünya isimleri de olacak.

Bu düetler, Göksel’le ve Levent’le olduğu gibi, senin gönlünde 25 yılın karşılığı olan isimlerin haricinde, günümüzden yapmak istediğin yani şu kişiyi da alayım bir elinden tutayım çıkartayım dediğin isimler de var mı Best of için düşündüğün.

Var tabii, listem var.

Kopya alabiliyor muyuz yoksa çok mu erken?

Şu an ismi çok bilinmeyen ama çok iyi sesi olan şarkıcılar var. Youtube’dan arıyorum ve buluyorum. Onlarla buluşacağım tek tek. Hepsiyle birer şarkı söylemek istiyorum. Bunların hepsini de bir video yapmak istiyorum. Hepsinin bir görseli olmalı. Anlattığım şeyler sadece bir audio olmasın. Sokaklarda söyleyelim, dağa çıkalım, bir kafeye girelim kafede söyleyelim gibi şeyler istiyorum. Alicia Keys’in çok güzel performansları var buna örnek, bu tür şeyler yapmak istiyorum.

Bu düşündüğün konser serisi taşınabilir, kolaylıkla küçük salonlara da monte edilebilir bir şey. Sertab Erener denilince bizim aklımıza hep dev salonlar geliyor, küçük salonlar da düşünüyor musun?

Onu aslında Metallica da yapıyor, çok büyük stat konserlerinden sonra küçük kulüplerde de çalıyorlar. Bence artist her yerde performans gösterebilir. Yeter ki farklı kimyalar yaratabilsin. Bu, benim de heyecanlandığım bir şey ama bu yaylılarla bir konser salonu ihtiyacı doğuyor, çünkü öyle bir ruhu var. Oranın akustiği klasik ve benim de bu işle aradığım şeyin ruhu büyük salonlara uyuyor. Başka bir yerde bambaşka bir konser yaparız. Benim en sevdiğim şey şarkı söylemek, ben sadece şarkı söylemek istiyorum, mekân fark etmez.

Evrencan Gündüz ve Ekin Beril’le yapılan projeler var bu sene. Onlarla ilgili ne söylemek istersin?

Onların ikisi de çok tatlılar ikisi de olağanüstü yetenekliler, yeni kuşağın pırıl pırıl insanları. Hem karakterleri hem de müzisyenlikleri… Sahneye taşımak istiyorum onlarla olan projeleri de.

Göksel ve Levent Yüksel’i söylemiştin. Best of albümünde yer alacak başka hangi isimler var?

Nil Karaibrahimgil, Sezen Aksu, Fatma Turgut, Emre Altuğ gibi benim hayatımda olmuş, birlikte bir şey ürettiğim insanlar var. Bir de inşallah Tomatito olacak. Görüşmeler sürüyor.

2017’de müzikle ilgili başka projeler var mı?

Bizim bir grubumuz var Mass-Luck adında. Bu grup uzun yıllardır sahnede benim şarkılarımı çalan arkadaşlar ve eşim Emre Kula. Toplam 6 kişiyiz. 15 İngilizce şarkıdan oluşan repertuar hazırladık. Dünyanın en önemli prodüktörleriyle görüşüyoruz bunun için. 2 yıldır Grammy’ye aday olan bir grubun prodüktörüyle çalışacağız ve bu yıl içerisinde ABD’ye giderek stüdyo kayıtlarını yapacağız.

Bir de müzik şirketi var yeni oluşumlardan. Bundan da söz eder misin?

Kala Müzik, Emre’yle birlikte kurduk. Emre’nin albümü de bu şirketten çıktı. Emre’nin kendi başka grubu da var, Kes isminde.  Bu grupta progresif rock yapıyorlar. Onların albümleri de bizde ve bundan sonraki albümleri de Kala’dan çıkacak. Bizim derdimiz bu şirkete İngilizce öğreten, üretmek için hayalleri olan, vizyonu olan, enerjisi olan insanlara da yer açabilmek. Ve ben 25 yıldır bu oyunu öğrendiğimi düşünüyorum. Bir şirket olarak bana ne yapmadıklarını bildiğim için benim ne yapabileceğimi de biliyorum. Ve dünya eskisi gibi değil. Şimdi bir şarkının kime, nereye ulaşacağına artık şirketin karar vermiyor. Şarkın güçlüyse hiç ummadığın bir şekilde seyahat edebiliyor. Şirketin öyküsü de bu.

Kitabı da sormak istiyorum, kısacası nedir o proje?

Biz bir gün Nil Karaibrahimgil ile sohbet ediyorduk. Onun kitabı oldukça ilgi gördü. Konuşurken, sen onca hastalık geçirdin, onca hastalığa rağmen ayakta durmayı bildin, bu insanların çok duymak isteyeceği bir öykü aslında, niye yazmıyorsun. Bence sen de yazmalısın dedi. Sonra eve döndüm ve bir şeyler karaladım. Ve tabii araştırmamı da yaptım. Sonra güvendiğim insanlardan bunun çok iyi bir kitap olabileceği geri bildirimini aldım. Ve başladım, uzun zamandır yazıyorum. Kitabın içeriği aslında anılarımdan oluşuyor. Özü, tecrübe aktarımı olacak. Hastalığımı da içeriyor. Çünkü o zaman ben ölümle yüz yüze geldim. Aslında ateşi sönmeyen bir şömine gibiyim ben. Ama bir kere bitti dediğim bir gün oldu. Sakin Ol albümünün tam ortasıydı ve o zaman ateş söndü, yenildim diye düşündüm. Benden çok daha kötüleri var, benden çok daha büyük acılarla hayatta dik durmuş insanlar var. Ben benimkini bir şekilde paylaşmak istedim. Herkesin acı eşiği de farklı. O yüzden de bütün bunlardan yola çıkarak, geçmişimde yaşadıklarım beni nasıl şekillendirdi, ben bunlardan nasıl dersler aldım ve şu an nasıl yaşıyorum, benim için yemek ve spor niye bu kadar değerli bunları anlatıyorum.

Çok farklı projeler var. Seni izlemeye ve takip etmeye devam edeceğiz. 25 yıl sonra yine bu masanın başında birlikte olmak dileğiyle…

 

Röportaj: Yekta Kopan
(7. Sayımızdan)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir