Sinestezi

Sağ dizimde ağrıyla uyandım. Bulanık bir suyu karıştırır gibi baktım boşluğa. Saçlarımı karıştırdım, gözlerimi ovuşturup bulanıklığı savuşturdum, zihnimdeki kitapları raflarına dizdim, tozu üfledim, karşımdaki aynada göz göze geldim kendimle ve iki kez ‘yaşlanıyorsun’ dedim içimden. Uyanmak için doğru zamandı. İnsan yaşlanacaksa, bir süs balığı gibi yaşlanmamalıydı. Çıkmalıydı fanusundan. Doğruldum. Boşluktaki yerimi küçülttüm. Yaslandım geriye. Böylece geceki rüya, satır başlarını özenle boşluğa astı.

Hatırlıyorum, bir asır yürümüşüm rüyamda. Arafta asılı, bin asır görmüşüm inanamazsın. Ne kavimler göçmüş ne adamlar kaçmış cenk meydanından ne kılıçlar şıkırdamış ne kulaklar sağırlaşmış ve tüm bunlar ipe boncuk dizer gibi birbirini takip ederken ne öyküler ardından su dökmüşüm tek seferde. Yorucu iş, prenses doğru kalede değilken onca ejderhayla boğuşmak.

Hatırlıyorum, yamalı bir ceketin teğellerine dokunur gibi. Bir asır yürümüşüm rüyamda. Koca insanlık evrilircesine, bir şehir su kenarından dağa doğru incecik dizilir gibi yürümüşüm. En son bir liman kentine varmışım. Elimde bir paket… Bir şiire benzemenden, bir şarkıyı şarkı yapmandan, bir dansa borç takmandan, bir yemeği tatlandırmandan biçimlenmişim. Artık bir ağaç mı getirmişim şehrine dikmeye yahut bir eiffel mi o güzel boynuna asmaya, bilmiyorum. Yıldızlar gibi parlıyor parmak uçlarım. Seni görmüşüm, susmuşum ama bir şey dememişim. Sorgusuz yürümüşsün benimle. Paketi açmadan sevinmişsin hediyenin hediye olmuşluğuna. Ne güzel… Sırıtıyorum ben de tabii o sıra. Boşluk taşıyıp getirsem sana, birlikte doldururuz gibi bir his bu. Sonra bir sokağa iniyormuşuz. Allahım onca savaş, onca yangın, onca eli silah tutmuş cesaret görmüşüm, onca atlının ezdiği yolu dizlerimle aşmışım ve sonunda ışığa varmışım gibi. Sonunda o nakış gibi masallara işlenen ince entarili sokağa varmışım. Üzerinde sana benzer bir çiçek deseni… İşlemişim ben de kendimi hemen ilmekleri arasına. Birlikte yürümüşüz upuzun.

Sokak araları hem kör cesaret hem felaket hem de cennettir, bilirsin. Önce bir düğün halayı sarkmış yanımızdan. İki el sıkılmış göğe doğru. Halay başının salladığı mendili kuş cesedine sarmışlar gibi… Yüzün buğulanmış, silmişim bir iki sözle. Sokağın kalbine indikçe, halı deseni gibi renklenmiş hayat. Bir sokak dansçısı görmüşüz kaldırımda. Olduğu kadar işte, hemen bir çeyreklik, bir yarım atmışız önüne. Yerdeki kutuya, usta bir bestenin notaları gibi dizilmiş paralar. Çalan şarkı bu işten pek memnun. Sonra denize çekmiş sol ayağımız. Kıyılara inmişiz, Akdeniz’e varan bir Rus donanması gibi bin yıllık özlemle. Suya bakmışız durmadan. Tanınmadığın bir şehirde olmak ne büyük özgürlük! Kolomb gibi uzaklara dalıp dalgalara yeni isimler koymuşuz. Durmuşuz öyle kenarda, yumurtlamaya hazır caretta carettalar gibi. Üşümüşüz hafif, elmacıklarımız kıpkırmızı. Sakin bir gemi gibi sallanıp durmuşuz. Devam edilecekler listesinde unutulmuş bir şiir gibi ya da. Sarhoşmuşuz üstelik, şu deryada balık olamayışımıza. Tüm bunlar, içinde ikimizin olduğu bir fotoğraf karesine yakışır gibi zamanın ortasına saplanıp kalmış. Rengini duyuyorum o ânın; beş kez lacivert, beş kez La Follia.

Derin derin solumuşuz denizi. Kırışıklıklara birebir. 10 yaş gençleşmişiz birden. Kirpiklerimizde adı konmamış balıklar yuvalanmış ve saç tellerimizin DNA’sında iyot. Ben bunu saatlerce anlatabilirim. Gözlerin, onca yolu geldiğime değmiş. Gözlerin gözlerime değmiş. Kutsal bir şehre ayak basmış gibi, doğru anahtarı tek seferde bulmuş gibi garip. O ân sanki tek seferde, yarım bıraktığım tüm şiirleri aynı mısrayla bitirebilirdim.

Hani, sanki Mona Lisa tam o anda vermiş pozunu. Martı seslerine karışan şehir gürültüsünün, birtakım renkli balonların ve çocuk gülüşlerinin gökte asılı kaldığı o anda. Kahkahanın orta yerinde… Yerini yadırgayan bir yüz kası gibi eğreti. Ve sallanan gemilerin ardından düşmüş dudağının kenarı Lisa’nın. Leonardo o anı affetmemiş tabii. Öyle ya, ben olsam ben de affetmezdim.

Zihnimde canlanan o karede sen, vitrinin en parlak bardağında sunulan büyülü bir iksir gibi durup tüm ihtişamınla gülümsüyorsun. Hani, zindana düşsen yahut dünyanın sonu gelmeden hemen önce içip hayatta kalabilmek için saklanan bir şey gibi… Gülümsüyorsun, sokak çocukları doyuyor. Gülümsüyorsun, sokak kedileri sürünüyor bacaklarımıza.

Yağmurlu bir günde alelacele ceketimi evde unutmuş gibi öylece çıkıp gelmişim sana, hayret. Karmakarışık bir bavulun içinde kırışmadan kalabilmenin efsane gururuyla dikilmişim karşına. Bak demişim; suratım, kalbim, aklım ve olmayan ceketim. Yüzüme ilk baktığında bilmişsin başına dert açacağımı. Başına dert açmam aslında kimsenin ben ama sana seve seve bela olurum demişim o gün. Bir şekilde tüm hava deliklerinden, kapı eşiklerinden, sinekliklerden ve bacalardan bilumum sebepler ve sonuçlarla süreklilik arz ederek gelip durmuşum karşına işte o sokakta. Aklımın içinde bir sürü kedi… Yürüdükçe denize doğru, adımlarına alıştıkça zorlu olacağını sezmişim. Alıştıracağını, karıştıracağını, saracağını sezmişim gibi. Önümü göremem demişim aslında önce, sonra ulan gözüm bağlı da olsa yürürüm ben demişim.

O sıra, eğri büğrü yıldızlar kendilerini bir şey sanıp bakamazsınız dünyadaki resminize demişler. İbrahim Tatlıses’in kaşları çatık, o kulu çok sevdin de o artık seni sevmiyor demiş ama dinlememişim hiçbirini. Beni bilirsin, hep kafamın dikine. Yürürken, yanımda süzülen gölgene otuz desibelin altında seslenmişim. ‘’İçimde sana kılıç çeken bir savaşçı, aynı anda yüzünü çiçek gibi koklayan bir yabancı,
hem de utanmadan adını tespih gibi çeken bir su sayacı var! ‘’

Duymamışsın tabii. İyi etmişsin. Duysan ben ne yapardım? Hiç hazırlıklı değilimdir öyle şeylere biliyorsun. Benim beylik tabancam sıklıkla kendi göğsüme patlıyor. Seziyorsun gözlerimden, biliyorum. Bazen ellerine kelepçeler vurasım geliyor bazen yüzüne birtakım nedenler, bazen ayaklarına bir falaka gerek bazen ağzına ağzım. Bazen uyumasak konuşsak geçecek gibi, bazen hiç uyanmayalım n’olur! Bazen çok açım sana bazen lütfen artık dur! Bazı zamanlar deliyim, şehre lanet olsun, herkes ölsün lütfen ama sen benimle otur!  Bazen körsün, körsün artık gör biraz ne olur! Hepsiyle bazen, bazen tek tek, bazen sadece kalbim, sek. Ama her şekilde ve biçimde çok kalabalık geliyorum sana, biliyorsun. Ezbere bildiğim o yoldan. Rüya da rüya hani… Aynı yoldan yürümüşüm bir asır ve bilinçaltım alt üst etmiş masamdakileri.

O deniz kenarında yan yana, beyin kıvrımlarına basa basa dinlemişim şehri. Biz böyle birlikteyken, elim avucum hepten yıldızmış sanki. Ağzım yüzüm çiçekmiş gibi. Allahım, bu ayakkabılarla kaç dünya birden yürümüşüm, öyle gelmişim sana. Biraz yorgun; uykuna saplanmak için, biraz güçlü; dayanman için, biraz çocuk; büyütmen için, biraz baba; büyümen için. Hiç konuşmadığın zamanlarda, seninle hiç konuşmamak için yanında oturduğum günlerdeki gibi… Sesinin kokusu ezberimde hâlâ; fırından yeni çıkmış ekmek.

Öyle bir gelmişim ve öylece durmuşum ki yanında, zamanın içinden bir ilmek gibi çekilmişiz, sökülmüşüz gerçekten. O an, bir gemi yanaşmış kıyıya. Aceleyle saatine bakmışsın. Saat ne? Büyük samimiyetsizlik, damarım kanına böyle çekerken üstelik! Yetişmen gerekir gibi önemli bir toplantıya, aceleyle kirpiklerinden balıkları ve saçlarından iyotu silkelemişsin. Kahve molasında içilen son yudum gibi soğuk ve tatsız, beni geride bırakmaya niyetlenmişsin. Yüz kırk desibel gövdem. Kulakların sağır olsun! Rüzgâr, geride bıraktığımız sokağa doğru saçlarınla bir çekiştirmekteyken seni… Bu nasıl gitmek vakti? Sayıklamış kalbim, Yüz kırk desibel:

‘’itaat et, saçlarının rüzgârına!’’

Ayın efsane itiş ve çekiş gücüyle darmadağın eder gibi zihnimin odalarını, gemi demir aldıkça öylece kalakalmışım ardında. Öyle öfkeli… Dengeni bozmaya yeminli bir ip cambazı gibi yahut kumarbazın teki gibi meyilli, aklındaki gardırobu satıp savmaya. Gemiye binerken sen, donmuş an. Rüya, rüyalığından soyunmuş sonra. Yürüdüğüm onca yol dizlerime sürünmüş gerisin geriye. Kalan yalnızca kulağımda çınlayan ses ve kan sızıyor ağzıma gibi bir koku; sinestezik.
‘İtaat et, saçlarının rüzgârına!’.

 

Nur Neşe Şahin
(8. Sayımızdan)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir