Neriman Ne Yapacağım Ben Kendimle?

Neriman - Nur Neşe Şahin

Uyanırken tereddüt ettim; yatağı yokladım -Orada.
Yüzüm yerinde, saçlarım bir rüyaya dolaşmış. -Çözme bırak.
Günaydın sesleri, kuş sesleri, kokular, ışık ve telaş, günün yankısı sokaktan içeri sızmakta.
-Uyan artık.

Bugün Cuma. Haftanın son günü için Neriman biraz fazla huysuz. İnanamazsın, kinci bir inatla ses tellerinden hiçbir titreşim geçirmeden, yalnızca göz kapaklarıyla selamlayıp geçti yanımdan. Olsun. Gözlerini kırpmasının da derin bir anlamı vardı, sonuçta hâlâ evdeydi, evimizin koridorundan geçip yanımdan yürüyüp evimizin mutfağına giriyordu. Üstelemedim ama yine de insana batıyor işte muallak haller, netleştirmek için sırıtarak laf attım biraz.

-Ne haber kız? Esmiyor günlerdir, ondan mı böyle bir havalar sendeki?
Biraz söylenir gibi oldu, etrafa bir iki bakıp yiyecek bir şeyler bulamayınca balkon kapısını zoraki iterek araladı, derin bir nefesle esnedi ve bahçeyi net görebileceği bir yere kuruldu – yan sandalyesi boş. Sahi, reddedildikçe koşası geliyor insanın üstüne üstüne. İşim gücüm var demedim, hemen bitiverdim yanında. Çay filan koyarım kendime, Neriman’a kaçamak niyetine güzel bir tuzlu kurabiye ikram ederim falan diye geçirdim içimden. Üşendim gerçi sonra, oturdum kaldım. Ellerimle yüzümü yokladım, ayaklarıma yer aradım, sırtımda ağrı hissettim derken hâlâ Neriman’da tık yok. Hali hal değil. Bir yandan kırık bir çerçeveyi yara bandıyla sağlamlaştırma ustalığı öte yandan plastik bir çatalla puslu cinayet planı. Ama ben de az değilim. Canımı kuşlara ekmek diye serpmişliğim varsa bile, onurumdan henüz vazgeçmedim. Grameri iki kiremitle kırdım, transpoze ettim tüm spikerleri, camların hepsini açtım, tüm şehirleri su bastı sanki ve Neriman’la göz göze geldik o an.
Son günlerde olan her şey en berbat haliyle öylece karşımızda duruyordu. Evren köşeye sıkışmış bir pinpon topu gibi, namlunun ucunda, uçurumun ucunda, söylenen tüm yalanların, kırılan kalplere uzanan dillerin ucunda öylece karşımızda duruyordu. Rüzgâr perdelerin kulağını çekti. Hava az önce azat edilmiş bir köle gibi, rotası deli, gezinmekteyken Neriman düşündüklerimden habersiz. Neriman, sokaklara düşenlerden habersiz. Neriman, soluğumuza üşüşen endişelerden habersiz.

‘’Neriman ne olacak bu işler? Kötü bir anlatıcının ağzından bir kâbusa sufle eder gibi. Ne korkunç kalabalık, ne çok ses, ne çok hayal kırıklığı, ne çok endişe, ne çok ihanet içinde ne çok gündür uykusuz kaldı bir yanımız! Neriman, vazgeçemeyiz biliyorsun. Biliyorsun ülkem, sere serpem – bozgun kalem, darmadumanım, kozum – kor olanım, kör kütüğüm benim. Canımı yaktığı her anın yarasını, bir önceki kesiğin kanıyla pişirdiğim. Şimdilerde ne zaman bir marş duysam ağlıyorum Neriman. Ne zaman bir bayrak çekilse göndere, sanki sol omzumda bir bıçak… Eski gömüleri düşünüyorum. Bir at bir adamla neden gömülür? Bir atımız da yok üstelik, bu kadarı da fazla değil mi? Neriman, ellerimde kedi sevecek cesaret bulamıyorum. Sonra bir bakıyorum, yer veriyor teyzeler öfkemin keskinliğine. Neriman, bu eşsiz kaosun ortasında, zihnimle kalbimi birbirine vurup duruyorum. Kalabalık sandığın ses bu yüzden… Sıkı sıkıya tutunduğum her şeyden bıktım. Sıkı sıkıya tuttuğum her şeyi kırdım. Cam kırıkları üzerinde yalınayak yürür gibi bir mevsimin ortasında, hiç olmayacak anların efkârındayım. Müthiş bir felaket gibi biliyorum zihni boş şehirlerin pis tırnaklı herifler büyüttüğünü. Korktuğunu bir de- ağız dolusu şiir söyleyen adamlardan. Kirli bir adamın elinin bir ruju taşırması gibi dudaktan… Müthiş bir felaket gibi biliyorum. Balıklar yemeğe doydu. Ve kusacak yerleri yok artık, kendi ağızlarından başka. Bense habire bilmemenin huzuruna imrenip duruyorum. Politik sancılara dış gebelik hepimiz için sancılı biliyorsun…’’
Ağzımın bir yanını kıvırdım, göz ucuyla baktım. Endişemi görmüş gibiydi. Sırtını bir parça bana doğru eğip kulaklarını sesime yanaştırdı. O an bahçede birtakım yapraklar hışırdadı. Neriman’ın gözleri anında olay yerinde tabii… Bir kaplumbağa olabilirdi yahut toprağın karnı kaşınmıştı. Neriman huzursuzdu bu durumdan. Kıpırtısızlığa hayrandı çünkü. Dikkatini toplayınca dönüp ‘ne anlatıyorsun sen ya?’ der gibi baktı. Biraz bozuldum. Muhabbeti daha derine itmek istiyordum. Canım çay çekiyordu. Öyle konuşasım vardı yani.

‘’Neriman, biliyorsun biz bir göl kenarında elimizde oltalarla, kazara bir balık tutsak sanki oracıkta oturup ağlayacak gibiydik. Ne zaman bir yerlerde denizlerden, aşktan, özgürlükten bahsedilse, gözlerimizde onurlu iki taş birbirine çakar, bir ateşi yakar gibiydik. Üç beş güzel insanı bir meydanda görsek, ağızlarındaki şarkıya uçurtma asar gibiydik. Biz, çarpışan arabaya binip kimseye çarpmamayı meziyet sanan nahif çocuklardık Neriman. Bizim bilyelerimizi hepten mazgallara döktüler. Dümdüz takip edilince denize çıkacak bir sokak paklar bizi şimdi sadece…’’

Bir perdenin arkasından karşı evdeki gölgeyi izler gibi çekinceli, belli belirsiz ve ürkek… Vurulduktan sonra daireler çizerek düşmekte olan bir kuşu izler gibiydi. Yüzümü ve üçüncü sayfa haberlerini andıran endişeli sesimi, vurulduktan sonra daireler çizerek düşmekte olan bir kuşmuş gibi efkârlı bir dikkatle izledi. Aniden kalktı yerinden, balkondan aşağı sarktı. Gökyüzüne ve yeryüzüne aç bir çocuk gibi baktı. Sonra döndü, bir anda yağmura dönen hava gibi bulutlandı yüzü. Canımı yakmak istedi, sezdim. Buna tahammül edemedi ve hızla geçip gitti kapı aralığından. Gidişinin bıraktığı boşlukta bana duyduğu sadakat dolu öfke sallandı. Onu ait olduğu yerden almıştım. Tam buraya, yanıma koymuştum. İnsanın insanla iki kelime edemediği, ettiği iki kelimenin ötesini berisini didiklediği zamanlar için onu alıp evime saklamıştım. Özgürlüğünü sorgusuzca kendime bağlamış, bu durumu ona iyi bakıyor olmakla onurlandırmıştım. Evrenin üzerimize gerdiği pelerinin altında, kendimi boy aynasında görür gibi, benim bileğimin kırılan yerini, onun yarasında bilmiştim. İçinde var olmaya çalıştığım şu düzende, boynuma geçirilen ilmekten daima endişe etmiş, susmamış şikâyet etmişken, en sevdiğim şeyi buna bile bile ben mecbur etmiştim. Neriman’ın sessizliği kalabalık… Özrüm üç kulaç öteden beni takip etmekteyken terk edilmiş bir sevgilinin gözlerini kaçıran endişesiyle bir, eğilip gözlerine baktım. Sıcaklığını sevdim usulca.

Bir kedi için fazlasıyla radyoaktifti benimle dünya meselelerine bilek burkmak. Ben kendim için yeterince kanserdim hali hazırda.

-Neriman, dedim.
‘’Affetsene beni.
İnan kendimle ne yapacağımı hiç bilmiyorum.
Sol omzumda etik, sağ omzumda diyalektik
Sokaklarda tanklar, zihinlerde petrol kokusu
Biri silahını çekse, ayağımızın altından çekilecek gibi tüm halılar.
Neriman,
Affetsene beni.
İnan tüm bunlarla ne yapacağımı hiç bilmiyorum…’’

Nur Neşe Şahin

(Masa Dergi 3. Sayıdan)

3 Comments

  • İstisnasız bütün cümlelerin altında ki anlam okyanusundan kendime dair duygular, hisler ve sızılar bulduğum yegane bir yazı.

    15-16 yaşlarında olup gitmek istemediğiniz halde gitmeye zorlandığınız bir 19 Mayıs tatilinde, bomboş olan yazlık semtinde, Ankara grisi bulutlu bir havada sahilde taşlara otururken ki iç bunalması yaşattı bana.

    Harika yazmışsınız. Tebrik ederim.

  • Bu hafta ilk kez Masa dergisi aldım. Nur Neşe Şahin kimdir, merak ettim ve bu siteye geldim. İki öykünüz düştü bu akşama. Beğendim. Çok beğendim. Yazdım öyle.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir