Hermann Hesse’den Bir Bilinçaltı Portresi: Klein ve Wagner

Hermann Hesse

Klein ve Wagner, Herman Hesse’nin, Kamuran Şipal çevirisi ile Türkçeye kazandırılan son kitabı. Alman Edebiyatının önemli isimlerinden biri olan Hesse, Klein ve Wagner’da; Analitik psikolojinin kurucusu Carl Gustav Jung’ın “Persona” teorisi ışığında bir bilinçaltı portresi çiziyor. Kitap, yapısı bakımından Joyce’un Ulysses’ini; dili bakımından ise Kafka’nın Dönüşüm’ünü hatırlatıyor.

Saygın bir banka memuru, sadık bir koca ve aile babası olan Friedrich Klein, çalıştığı bankada evrakta sahtecilik yaparak bir miktar parayı zimmetine geçirir; sahte pasaport, bir tabanca ve çanta dolusu para ile güneye, gösterişsiz bir saygınlığa ve kabuslarla dolu bir yolculuğa çıkar.

Özgürlüğüne kavuşmak için çıktığı bu yolculukta kafasını kurcalayan, anlam veremediği bir sürü düşünce vardır. Uykusuz, bir o kadar da yorgun olan Klein, kısa süreli uykularından gerilim dolu kabuslarla uyanır. Bir yandan da küçük küçük parçacıkları devşirip bir araya getirerek bir porselen kutudaki kırık yeri onarır gibi, bu son günlerde olup bitenlere ilişkin anıları güçlükle bir araya getirmeye çalışır.

Klein sürekli, cinnet geçirdiği bir sırada ailesini katleden ilkokul öğretmeni Wagner’i düşünür. Kendisini Wagner ile bağdaştırır, bu düşünceyi bilinçaltından atamaz. Kuşku ve korku içindedir, suçluluk duygusu peşini bırakmaz. Öyle ki, artık onun için anlam taşıyan tek kelimenin ‘ölüm’ olduğunu düşünür. Yaşadığı acılardan dolayı duyduğu “ölüm arzusu”, kendi içinde bir iç çatışmaya dönüşür.

Uzun ve zorlu bir yolculuğun ardından İtalya’da bir kente gelen Klein, yolculuk sırasında sürekli ismini duyduğu otellerden birine yerleşir. Bir süre sonra Teresina adında genç, güzel ve çekici bir dansçı kadınla karşılaşır. Bu karşılaşmanın ardından Klein’ın bilinçaltındaki kavramlar şekil değiştirmeye başlar. Klein tüm bunların sonucunda içsel bir yolculuğa çıkar ve bilinçaltında yatan ölüm arzusunu, intihar ederek gerçekleştirir.

Klein ve WagnerSARSICI BİR PSİKOLOJİK ANLATI

Klein ve Wagner’i analiz edebilmemiz için C.G. Jung’ın “Persona”, ya da Türkçe karşılığıyla “Maske” teorisine ihtiyacımız var. Persona’yı kısaca; “Sosyalleşme, kültürleşme ve deneyim sayesinde bilinçli olarak oluşturulmuş kişilik” şeklinde tanımlayabiliriz. Latincede hem “Kişilik”, hem de de “Romalı oyuncular tarafından giyilen maske” anlamı taşıyan Persona, tiyatrodan da bilindiği üzere, kişinin kendi doğasını gizlemektir.

Jung’ın bu teorisine göre; Dışarıya bakan rüya görür ve hayal dünyasında kaybolur, içeriye bakan uyanır ve kendini keşfeder. Hemann Hesse de bu kitabında, dönemi için henüz yeni olan psikoloji bilgileriyle desteklediği bilimsel bir teknik kullanmayı denemiştir. 

Okurun gözünde başta basit bir polisiye öyküsü canlandıran Klein ve Wagner, bir süre sonra bu algıyı tamamen yıkmayı başarıyor. Hatta, James Joyce’un Ulysses eserini andıran bir çağdaş psikodrama dönüşüyor. Klein karakterinin söz konusu psikolojik durumu ve yazarın bunu dile getiriş biçimi ise Kafka’nın Dönüşüm kitabındaki Gregor Samsa’yı hatırlatıyor.

Dolaylı anlatımdan kaçmayan Hermann Hesse, uzun uzadıya karakter ve yer tasvirlerine başvuruyor. Yazar, bu anlatısında da (Bozkırkurdu romanında olduğu gibi) dil akışını ve ritmini karakterlerin hislerine göre ayarlıyor. 

Kitap, Klein karakterinin iç çatışmasını ve bilinçaltına yerleşen bir cinayeti konu alıyor. Kitabın yazarı Hermen Hesse’nin bir dönem yaşadığı bunalımı (ailevi sorunlar) göz önüne alırsak, Klein karakterinin altında yazarın kendi yaşamına ilişkin göndermelerin olduğunu kolaylıkla görebiliriz. Kitapta, “Tiyatro-Oyun-Maske” üçgeninde, rüyalar ile gerçekleri karıştıran Klein’ın, varlık ile yokluk arasındaki algı karmaşası sık sık karşımıza çıkıyor.

Kitabın merkezinde yer alan Friedrich Klein, karısını ve çocuklarını öldürmüştür. Wagner karakteri ise anti-kahraman bir figürdür. Klein, gerçekleştirdiği bu canice olaydan Wagner ismini kullanarak kaçıp kurtulmak ister. Bilinçaltını alt üst eden, uykularını kaçıran bu cinayeti aklından çıkaramamasının sebebi ise çocuklarıdır. Onları bir daha göremeyecek olması Klein’ı depresif bir hale sokar. Geçmişin yükünden ve gelecek kaygısından kendini kurtaramayan Klein, tüm bunların onu esir almasına engel olamaz ve yaşamına son verir.

Friedrich Klein bir yandan ahlaki değerlere önem veren biri olarak karşımıza çıkarken, bir yandan da kendi içinde kaybolup giden, evrensel yaşam kurallarına saygı duymayan, hedeflerden yoksun biri olarak karşımıza çıkıyor. Bunun nedeni de bilinçaltında iki farklı karakteri barındırıyor olması.

Öğretmen Wagner figürü, Hesse’nin yaşadığı dönemde Alman medyasında geniş yankı uyandırmış cinnet olaylarına bir göndermedir. Besteci Richard Wagner’ı da göz önüne alırsak, kitapta yer alan zıt karakterlerin son derce ustaca kullanıldığını görebiliriz. Wagner bir katildi; cani bir şekilde ailesini öldüren, ahlaki değerlerden uzak biriydi. Ama öte yandan Wagner bir sanatçıydı; besteciydi, dahiydi, baştan çıkarıcıydı, yaşama sevincine ve duygusal hazlara sahip biriydi.

Bir bölümde Goethe ve Schopenhauer’in alıntılarına yer veren Hesse, genel olarak varoluş, zaman, yaşam ve ölüm gibi kavramların üzerinde duruyor. Özellikle son bölümde, Klein intiharın eşiğine geldiğinde, kitapta felsefi bir hava esiyor. Yazar, son bölümde hayatın anlamı, zamanın önemi, toplum ve birey yönünden ahlak kavramı, korku ve ölüm gibi konuları sorguluyor. 

Klein ve Wagner, Kafka’nın; “Bir kitap, içimizdeki donmuş denize inen balta gibi olmalı” sözünün hakkını veren ender kitaplardan biridir. 

Samet BALTA

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir