ANDY WARHOL: (1928-1987) Pop Art akımının temsilcilerinden, ressam, yayıncı, film yapımcısı… Kendisine “Andy kimdir?” diye sorulduğunda “Andy Warhol’la ilgili bilgi almak istiyorsanız sadece resimlerimin yüzeyine bakın (…) ben oradayım” cevabını vermiştir. Çalışmalarının yüzeyinde de canlı renkler, tüketim nesneleri, kültür ikonaları vardır. Bir film yıldızı ya da Coca Cola şişesi… Onun tablolarında yer bulunca her şeyin anlamı ortadan kalkıyor. Renkli, parlak bir nesne olarak ortaya çıkıyor. Çünkü Warhol’a göre 20. yy’ın eşsiz temsilcisi makinedir ve o her zaman bir makine gibi anlamdan azade nesneler üretmek istemiştir.
BRILLO KUTULARI: Warhol’un en tartışmalı eseridir. Sanat eleştirmeni Arthur Danto, bu yapıtla ilgili 1964’te yayımladığı makalesinde, Brillo Kutuları’nın sanatın sonunu getirdiğini söylüyordu. Bu kutular son sanat ürünü değildi ama geleneksel sanat anlatısını yıkan bir yanları vardı. Artık sanatı, ilerlemeci tarih anlatısıyla birleştiremez, ondan yeni bir atılımı ortaya koymasını bekleyemezdik. Warhol’dan sonra her şey sanat olabilirdi. Brillo kutusu bile…
CAMPBELL ÇORBA KONSERVESİ: 1968’de Warhol, Campbell Çorba Konservesi adlı yapıtın otuz iki farklı çeşitlemesinin yer aldığı bir serigrafi baskı sergisi açtı. Tuvaller raflara dayanmıştı ve sergi bir süpermarket gibi görünüyordu. Basit bir tüketim nesnesini yüksek sanat olarak sunan Warhol, sanatın biricikliği ile tek tip makine üretimlerini yüzleştiriyordu. Tüketim kültürünün tek faydasını, zenginlerle fakirlerin aynı şeyleri alabilmesi olarak tanımlayan Warhol sanatın da, bir Campbell Çorba Konservesi kadar herkese eşitlik sunmasını amaçlıyordu. Bu çorbanın, ondaki kişisel çağrışımını röportajlarında şöyle dile getirmişti: “Çünkü bu çorbayı içmeye alıştım. Yirmi yıldır her gün aynı öğle yemeğini yemeye alıştım.”
ÇİÇEK: Warhol’un tablolarındaki çiçekler, doğanın bir parçası değildir. Fazla renkli, fazla yassı, yapaydır. Şehir çiçekleridir. Warhol’un en sevdiği maddeden, plastikten yapılma gibidir. Doğayla bir bağ kurmuyordur Warhol. Nasıl bir makine bu bağı kuramıyorsa, o da öyle…
DRELLA: Warhol’un kendine taktığı ad… Dracula ve Cinderella sözcüklerinden oluşturduğu bu takma ad, onun öteki benliğini yansıtıyordu. Warhol, öteki benliği Drella için drag queen tanımlamasını yapıyordu.
EKONOMİ: Kariyeri boyunca bir hayli fazla para kazanmış olan Andy Warhol, parayı sevdiğini her yerde dile getiriyordu. “Andy Warhol Felsefesi” adlı kitabında da, “Para benim için AN’dır. Para benim RUH DURUMUMDUR” diye yazmıştı. Çeklerden, senetlerden nefret eden Warhol, elinde nakit bulunduruyor ve faturaları biriktiriyordu. Faturalar ona para sahibi olduğunu anımsatıyordu.
FABRİKA: Warhol, makine olma isteğini sanatına birçok yönden yansıtmıştı. Bunlardan biri, serigrafi gibi bir basım tekniği kullanarak üretim yapmak ve elle resim yapmayı bırakmaktı. Stüdyosuna çalışacak elemanlar aldı ve baskıları onlara yaptırdı. Birçok kişinin bir arada üretimde bulunduğu stüdyosuna da “fabrika” adını verdi. Fabrika zamanla yalnızca bir üretim tesisi olmaktan çıkıp insanların buluştuğu, eğlence partileri yaptığı, sanatçıların, film yıldızlarının ve basının sıkça uğradığı bir mekân halini aldı. Kelimenin tam anlamıyla bir sanat fabrikası oldu.
GÜZELLİK: “Şeyleri beğenmek” olarak tanımladığı Pop Art’ın temsilcilerinden olan Warhol, “güzel diyemeyeceğim kimseyle karşılaşmadım bugüne kadar” diyor ve güzelliği pek de umursamıyordu. Çünkü her şeyi beğenebilme yetisine sahipti. Bir tüketim artığında da bir film yıldızında da aynı güzelliği görebiliyor ama güzelliğin ne olduğunu bilmediğini söylüyordu.
HAMBURGER: Yaptığı resimlerin yanı sıra birçok film ve video çekti. Bu filmler kimilerince çok sıkıcı bulundu. Çünkü altı saat boyunca uyuyan birini izlemeniz gerekebiliyordu. Filmlerin dışında video art’la da ilgilenen Warhol, “Andy Warhol eating a hamburger” gibi videolar da üretti. Bu çalışmasında, Burger King’ten alınmış bir Whopper’ı ağır ağır yiyen Warhol, tüketim nesnesi ve sanat arasındaki mesafeyi gösteriyordu. Sanat, herkes için olmalıydı.
INTERVIEW: 1960 yıllarından, Warhol’un ölümü 1987’ye kadar yayımlanmış olan dergi, Warhol tarafından yayına hazırlanıyordu. Ünlü sanatçı ve film yıldızlarının röportajlarına yer veren Interview dergisi, elden dağıtılıyor olmasına rağmen geniş bir kitle tarafından takip ediliyordu.
İMGE: Warhol bir film yıldızı, siyasi lider, çorba konservesi ya da trafik kazası haberini imge olarak seçebilirdi. İmgeler arasında onun için bir fark yoktu. En bariz olanı, en yüzeyde olanı anlatırken trafik kazasının ya da çorba konservesinin bir farkı yoktur. İmge ne olursa olsun, Warhol’un elinde anlamından ve kişiliğinden sıyrılacak, renklere bürünecek ve bir market rafına yaslanacaktı. Warhol bir makineydi ve her makine gibi “şey”leri çoğaltıyordu. Ortaya çıkardığı bu nesneler herkeste aynı etkiyi yaratıyordu. Paranız varsa gidip raftan bir adet Warhol almak isterdiniz.
KISKANÇLIK: Sürekli kıskançlık krizlerine tutulan Warhol, her şeyi kıskanabilirdi. Birlikte otururken ısmarladığınız yemeğinizi bile… Bir şova çıktığında şovun sunucusunu öyle kıskanır ki şov boyunca doğru düzgün konuşamaz, içinden “Ben kendi şovumu yapmak istiyorum” diye tekrarlayıp dururdu. Kıskançlığın, baş edemediği bir duygu olduğunu dile getiriyordu.
LOS ANGELES: Museum of Contemporary Art (MOCA) Los Angeles’in en başarılı müzelerinden biri. Müzenin sabit koleksiyonunda birçok Warhol eseri sergileniyor. 1961 yılında seyirci önüne çıkmış olan Telephone ve 1972 tarihli “Vote McGovern”i MOCA’yı ziyaret ederek görebilirsiniz.
MARILYN: New York Modern Sanatlar Müzesi MoMa’nın dördüncü katı Pop Art eserlere ayrılmıştır. Odada Warhol’un eserlerinden, “Altın Marilyn” de bulunuyor. Tablo altın rengine boyanmış, hayli büyük bir tablo. Ortasında küçük bir Marilyn Monroe portresi var. Marilyn’in resmi aslında gazeteden alınmış bir resim. Cafcaflı renkler seçilerek yeniden basılmış ve tablonun ortasına yerleştirilmiş. Warhol bu çalışmayı 1962’de, Marilyn’in intiharından kısa bir süre sonra yapmış ve portreyi, tıpkı bir ikona başı gibi göstermeyi tercih etmişti. Bazı sanat eleştirmenlerine göre, tabloda kullanılan altın, Bizans mozaik eserlerindeki gibi kullanılmış ve Hz. Meryem’in yerine ise Marilyn yerleştirilmiş. Bir ikon ve aynı zamanda bir maske olarak ortada duruyor. Gerçek Marilyn’i ise bilmiyoruz. Bizim bildiğimiz bu tablonun, tüketim kültürümüzün bir yansıması olduğu.
NESNE: Nesneler Warhol’u büyülüyordu. Onları bir imge haline dönüştürmeden, makine üretimi bir nesneye dönüştürüyordu. Kendi otoportrelerinde de yapmaya çalıştığı buydu: Yapay, spot ışıkların altında ve en sevdiği madde gibi plastik bir Warhol… Pop Art’ın ve Warhol’un nesnelere olan sevgisi, onların fetiş nesnesine dönüşmesine olanak sağladı. Aynı zamanda modern insanın sanat algısı, sanatın düşüncenin kendisi olduğuna işaret ediyordu. Sanat ve sanatın nesnesi bu denli ayrı konumlarda göz önüne gelmemişti. Sanattan aşkınlık sıyrılmıştı. Fakat Warhol modern hayatta yeni bir yücelik, yeni bir mistisizm keşfediyordu.
OTOPORTRE: 1964’te Warhol “Otoporte” adlı eserini yayımladı. Eser, şipşak fotoğraf çekme kabinlerinde çekilen fotoğraf şeritleriyle yapılmış. Warhol sadece kabinin para bölümüne bozuk para atmış. Geleneksel otoportre algısı, fotoğrafı çekilen insanı tanımaya yönelikken, Warhol duygusuz ifadeleri, yüzünü gizleyen gözlükleriyle bir anti-otoportre çekmiştir. Serigrafi tekniğiyle mavi renk tonları arasında yapılan geçişler, seyircinin gözünü bir kareden diğerine taşıyor, kimliksiz bir yüzü takip ettiriyor. Bu yüzler, merakımızı tatmin etmeyen, daha yakından bakma isteği uyandıran bir gizlilik içinde. Otoportre, Warhol’un kişiliğine dair tek söz etmiyor ama onu daha çok merak etmenizi sağlıyor.
ÖLÜM: “Andy Warhol Felsefesi” isimli kitabında Warhol ölüm için sadece şunları yazdı: “Ben o şeye inanmıyorum çünkü burada yoksunuz ki geldiğini bilesiniz. Hakkında hiçbir şey söylemem çünkü gelişine hazır değilim.”
PLASTİK: En sevdiği madde plastikti. Eserlerindeki tüm nesneler hatta insanlar bile plastik bir dokuya sahipmiş gibi görünüyordu. Warhol’un kendisi de plastik olmayı istediğini dile getiriyordu. Ne de olsa artık her şey plastikti.
ROMANTİK AŞK: Birine karşı aşk beslediği zaman kendini tedirgin hissettiğini dile getiren Warhol, buluşmalara giderken fabrikadaki herkesi de yanında götürüyordu. Beni seven, etrafımdaki insanları da sevmeli, diyordu.
RACE RIOT (1963-1964): Warhol “Birmingham Race Riot” çalışmasında, 1963 yılının Mayıs ayında Alabama’nın Birmingham kentinde gerçekleşen, göstericilerle polis arasındaki olayın medyadaki fotoğraflarından birini kullanır. Polis şiddetini gösteren fotoğraf, mekanik bir şekilde çoğaltılıp renklendirilmiştir. Medeni haklar için mücadele eden eylemci gruba uygulanan şiddete işaret eden Warhol toplumsal çatışmaları betimler.
SANAT: Kariyerinin başlangıcına ticari ressam olarak atılan Warhol, bir firma için ayakkabı çiziyordu. Çizdiği her ayakkabı için ücret alıyordu. Andy buna “iş sanatı” diyordu. Ticari ressam olarak öğrendiklerini sanat hayatı boyunca kullandı. İş sanatçısı olmak istiyorum diyen Warhol’a göre, para kazanmak sanattı, çalışmak sanattı, iyi ticaret en iyi sanattı.
ŞEYLERİ BEĞENMEK = POP ART: Eleştirmen Gene Swenson ile 1963’te yaptığı söyleşisinde Pop Art’ı şeyleri beğenmek olarak tanımlamıştı. Popüler kültürü, tüketim nesnelerini içselleştiren bir tür sanat… Geleneksel estetik anlayışına karşı bir mücadele…
TEYP: Warhol’un elinden düşürmediği, “karım” diye bahsettiği bir teybi var. Bir kayıt cihazı olan teybi her yere götürüyor ve her konuşmayı kaydetmeye çalışıyor. Hatta teybiyle konuşuyor. Resim yapmak çok zor deyip fırçaları bırakarak serigrafi tekniğine geçmesi gibi, Warhol’da kâğıt ve kalemin yerini teyp alıyor. Yaratıcılığını verimli kullanmada belli ki çok başarılı olan Warhol, teybe kaydettiklerinden bir tiyatro oyunu da yazdı.
UNDERGROUND SİNEMA: Deneysel sinema olarak da tanımlanan Underground sinema, genellikle bir sanatçının her şeyini tasarlayıp yönettiği filmlerdendir. Warhol da sanat hayatı boyunca pek çok deneysel film ve video hazırlamıştır. Üretim anında tamamıyla özgür olan Warhol, filmlerini kendi sanat anlayışına göre çekmiş, dağıtımını bile kendi üstlenmiştir. Merak edenlere şu filmlere bir bakmalarını öneririz: “Uyku” (Sleep, 1946), ”Junita Castro’nun Yaşamı” (Life of Junita Castro,1965), ”Chelsea Kızları” (Chelsea Girls, 1966), ”Çıplak Restoran” (The Nude Restaurant, 1966), “Et” (Flesh,1968); yine Gregory Markopoulos’un “İlahi Lanet” (The Divine Damnation, 1967), “İlyada Tutkusu” (İliada Passion,1967), Stan Brokhage’ın “Görüntü Sanatı” (The Art of Vision,1965)
ÜNLÜ: Warhol’un en ünlü sözü “ün” üzerineydi: “Gelecekte herkes on beş dakikalığına ünlü olacaktır.” Bu sözü 1968’de Stockholm’de açtığı serginin kataloğuna bastırmıştı.
VALERIE SOLANAS: 1968 yılında Valerie Solanas adlı bir kadın, Warhol’u fabrikasında vurdu. İki el ateş eden Solanas’ın kurşunlarından biri Andy’nin ciğerine isabet etti. Acilen hastaneye kaldırılan Warhol ölüm kalım mücadelesi verdi ve olaydan iki ay sonra ayağa kalktı. Solanas, olayın ardından polise teslim olmuş, “Warhol’u öldürmek için çok sebebim var. Manifestomu okuyun, kim olduğumu anlayacaksınız” ve “Hayatımın üzerinde çok fazla kontrolü vardı” demiştir. İşin aslı, Solanas radikal feministlerdendi ve “Erkekleri Doğrama Cemiyeti Manifestosu”nu yazmıştı. Ancak Warhol’u vurma sebebi sadece bu manifesto değil, Warhol’un Solanas’ın yazdığı tiyatro oyununun tek kopyasını kaybetmesiydi. Warhol’a oyunu okuması için veren Solanas, daha sonra geri istediğinde Andy’den “kaybettim” yanıtını aldı. Aralarında süren telefon kavgalarının ardından, Solanas bir gece fabrikaya giderek malum olayı gerçekleştirdi ve polise teslim oldu.
YENİ DADA: Pop Art’a öncesinde ‘yeni gerçekçilik’, ‘yeni dadacılık’ gibi isimler verilmişti. Dadacılık gibi Pop Art da hazır malzemenin dışına çıkıyordu. Onun gibi farklı bir gerçeklik sunuyordu. Ne var ki, eleştirmenlerin “yeni dada” dediğine basın “pop” diyordu ve gazetelerde sıkça bu adla anılmaya başlayınca akımın adı Pop Art olarak kanıksandı. Warhol, Dada’yla olan kişisel bağını ise şu cümlelerle aktardı: “Dada’ya ilk rastladığımda ona değer verdim ve epey iyi olduğunu düşündüm ama aslında benimle bir ilgisi yoktu. Sanatım evrimleşmeye başladığında Dadanın benimle ilgili bir şeyler içerebileceğini fark ettim ki, bilinçli bir şeyden çok, bir sürpriz gibiydi bu…”
ZAMAN: Kendine ayırdığı zamanı ve rutinini çok önemseyen bir sanatçıydı Andy Warhol. Öyle ki, çevresindeki herkes Andy’nin rutinini bilir, ona göre planını yapardı.
Özlem Şan
(Masa Dergi 3. Sayıdan)